• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/p/Yunt%C3%BCrk-Yunanistan-T%C3%BCrkleri-K%C3%BClt%C3%BCr-ve-Dayan%C4%B1%C5%9Fma-Derne%C4%9Fi-100081744846002/?_rdr
  • https://twitter.com/yun_turk
YUNTÜRK LOGO

Batı Trakya ile ilgili YÖK Tez ve Makaleler
TBMM'de Batı Trakya Oturumu
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.676434.8154
Euro36.691736.8388
Yunturk Twitter
Ziyaret İstatistiği
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam153
Toplam Ziyaret5401339
                        
YUNANİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ 
Türkiye "Kırım benimdir" diyebilir mi?
Türkiye "Kırım benimdir" diyebilir mi?

Doğu Karadeniz bölgesinin tarihsel, kültürel ve jeopolitik merkezi olan Trabzon’un ve bu bağlamda Karadeniz bölgesinin, büyük Karadeniz havzasının konumu, kamuoyu ve her kademeden yöneticileri soğuk savaş sonrası ortaya çıkan denklemde ilimizin ve bölgenin üzerinde oturduğu potansiyelin “tam anlamıyla farkında” değildir. Yeni bin yılda Karadeniz havzasının stratejik önemi giderek artmaktadır.

NATO- AB Batı bloğu Dublin’den Bakü’ye kadar olan saha içerisinde bir etkinlik alanı oluşturmayı istemektedirler. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Karadeniz’i Avrasya’nın anahtarı olarak nitelemektedir. Öngörülere göre, 2025 yılında Asya ülkelerinin toplam üretimleri 500 yıl önce olduğu gibi tekrar Atlantik bloğunu geçmiş olacaktır [Bkz. EC, The World in 2025, Rising Asia and Socio-Ecological Transition, Brussels 2009]. Bu üretimin dünya pazarlarına ulaştırılmasında en avantajlı coğrafya Doğu Karadeniz bölgesidir.

Yeni yüzyılın en önemli stratejik aksı Karadeniz –Hazar havzasının- olacağı daha şimdiden bellidir. Amerikan’ın Türkiye nüfus ve nüfuz, kültür havzası olarak bu alanın en önemli müntesibidir. Lakin bu donanımın farkında değildir. Türk akademik ve güvenlik algısında ve donanımında bu havzanın ilmi bir envanteri yoktur.Her zamanki gibi hazırlıksızdır. Bugüne kadar bu meselenin  önemini anlattığımız etkili ve yetkililer bön bir gülümsemeyle  sanki paralel bir evrende yaşıyorlarmış izlenimi vermektedirler.

Amerika'nın bölge algısına bir bakalım:

Eski ABD Anakara Büyükelçisi Ros Wilson’un [“Karadeniz Coğrafyasındaki Amerikan Politikası= U.S. Policiy The Black Sea Region TIKLAYINIZçevirisi XXI yüzyıl enstitüsünde sayfamda yayınlanacaktır] isimli çalışması meseleyi ortaya koyan temel metinlerden birisidir.

[Karadeniz söz konusu olduğunda temel çıkış noktalarından biri de bölgenin doğası üzerine düşünmeye başlamaktır. Bölgenin doğası aynı anda hem kendine özgü (hususi) hem de biçimsiz ve değişken olarak görünebilir. Herhangi biri haritaya baktığında Karadeniz’in büyük bir su kütlesi olarak etrafındaki ülkeleri kendine doğru çektiği düşüncesine kapılabilir.

Ancak yakın tarihte, bu bölge bu şekilde birbirine yaklaşmış bir bütün olmaktan uzaklaşacak şekilde hareket etmiştir.

Bölgedeki ülkeler arasındaki münasebetler çoğu zaman tıkanmış, bazen de her an gerçekleşmesi muhtemel fırsatlar beklentisi halinde seyretmiştir. Ancak bu münasebetler ve etkileşim her zaman hayal kırıklığına uğratacak şekilde, olması gerektiğinden az bir şekilde, ortaya çıkmıştır.Bölgeye yönelik Amerikan politikası ise Berlin Duvarı yıkıldığından beri ülkenin Avrupa’ya karşı sürdürdüğü yaklaşımdan farklı değildir: Özgür, müreffeh, barışçıl ve huzurlu, güvenli ve birlik halinde bir bölgenin varlığını desteklemek.

DEMOKRASİ

Demokratik değerlere kollektif bir bağlılık Soğuk Savaş süresince Amerikan ve Müttefik Bloğu siyasasının temel ideolojik yapıtaşlarından biri olmuştur. Günümüzde bu siyasa hala Amerikan Dış Politikası’nın Karadeniz ülkelerine karşı yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. Kalıcı ve güçlü demokrasiye sahip Türkiye ve Yunanistan’a bugün Romanya ve Bulgaristan da katılmıştır. Ukrayna ve Gürcistan, 2003 Rose (Pembe) Devrim ve 2004-05 Orange (Turuncu) Devrimler ile vücuda geldiği üzere katılımcı demokrasi inşası yolunda büyük yol katetmişlerdir. Bölgedeki diğer ülkeler de yeni kurumlarıyla birlikte dönüşerek toplumlarını yeniden inşa etmektedirler. ABD, bölgedeki bir demokratik ülkeler topluluğunun oluşmasındaki bu temayülün daha da gelişmesini kuvvetle teşvik etmektedir. Böyle bir temayüldeki özgürlüğün temelinde açık ve serbest siyasi sistemler, özgür ve adil seçimler, aktif ve bağımsız medya, güçlü sivil toplum ve aktörler arası karşılıklı saygı, keyfi hareket etmeyen ve dürüst hükümetler, ve vatandaşlar ve onlara ait özgür kurumların hukuka riayeti yatar.

Bu ayın başlarında Bükreş’te düzenlenen Karadeniz Forumu’nda ABD Milli Güvenlik Danışman (Müsteşar) Yardımcısı Crouch, Karadeniz Mutabakatı (The Black Sea Trust) olarak adlandırılan yeni bir resmi-sivil ortaklık girişimine katılma niyetini açıkladı. Bu bünye, bütün bölgede sınırlararası işbirliği, sivil katılım, demokratik yönetim (hükümet etme) ve hukukun üstünlüğü konularındaki programlara maddi destek sağlayacaktır. Alman Marshall Fonu, Romen Hükümeti ve diğer donörlerle ortak bir şekilde, ABD bu sene bu girişime önemli ölçüde finansal katkı sağlamayı planlamaktadır.

REFAH

Altmış yıldır açık ve serbest pazarlar artan Avrupa refahının temeli olmuştur. Önümüzdeki yıllarda da pazar (piyasa) ekonomisi, serbest ve açık ticarete ve yatırıma dayalı rejimler, ve serbest piyasayı kalıcı kılıp güçlendiren- hukukun etkili bir şekildeki üstünlüğü prensibi- Karadeniz coğrafyasındaki refahı geliştirmek için en önemli unsurlar olacaktır. Amerikan Hükümeti bu coğrafyada daha dürüst mahkemeler, daha tahmin edilebilir (keyfi hareket etmeyen) karar alma mekanizmaları (yürütme kurumları), daha az regülasyona dayalı rejimler ve yerli ve yabancı yatırımcılara adil muameleyi teşvik etmektedir.

Tatbiki projelerde işbirliği bu bölgedeki genişletilmiş işbirliği ve bölgenin dünyanın geri kalanıyla olan işbirliği için birçok kapılar açma potansiyeline sahiptir. Etrafıyla birlikte ele alındığında Karadeniz coğrafyası dünyanın da belki de en büyük yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan alanıdır. Coğrafyası bölgeye ve Karadeniz’e uluslararası piyasaya enerji naklinde kilit bir koridor vasfı vermektedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ve Güney Kafkasya petrol boru hattının inşası çok önemli icraatlardır. Tasarlanan Nabucco boru hattı da bir diğer önemli büyük başarı olacaktır. Bunlar ve diğer-çoklu boruhatları- rekabeti artıracak, küresel enerji arzını güçlendirecek ve enerji üreticisi, nakilcisi ve tüketicisi ülkelerin refahını artıracaktır.

Boğazlar (Türkiye) da bu meyanda en azından boru hatları kadar önemlidir ve Boğazlar’ın sadece petrol için önemi yoktur. Değişik ölçülerde ve değişik amaçlarla kullanılan yaklaşık 45000 gemi her yıl Boğazlar’dan geçmektedir. ABD gemilerin Boğazlar’dan güvenli geçişini sağlamak hususunda gösterilen her türlü resmi ve özel çabayı ve Boğazlar’ı kullanmadan nakil yapılabilecek ticari açıdan elverişli alternatif hatların geliştirilmesi çabalarını desteklemektedir.

BARIŞ VE İSTİKRAR

Demokratik değerler ve refah her yerde barış ve istikrar sayesinde kalıcı olur ve Karadeniz coğrafyası için de bu geçerlidir. Belki de bölgedeki son gelişmelerle ortaya çıkan bazı ilerlemeler bu açıdan değerlendirilmelidir. Karadeniz suları çok uzun zamandır deniz savaşlarına tanık olmuyor. Ermenistan ve Azerbaycan birbiriyle savaşmıyor; ateşkes hala sürüyor. Transnistria, Abhazya ve Güney Osetya sorunlarında bölgelerde hala tansiyon olmasına rağmen bu bölgeler sıcak çatışma alanları değiller. Ancak yine de buralarda sorunların şu an için dondurulmuş bir durumda olması bile iyi bir şey değil. Buralardaki sorunlar güvenliği, refahı, demokrasi ve özgürlüğü tehdit ediyor. Sorunlar organize suçları, silah ticaretini, uyuşturucu trafiğini ve diğer sorunları artırıyor. Ayrıca nefret ve güvensizliğin de sürmesine neden oluyor. Dünyanın geri kalanı ileriye doğru atılımlar yaparken bu bölgelerde bir çok insan 21. Yüzyılı değil de daha çok Sovyetler Birliği zamanını ilgilendiren modası geçmiş düşmanlıklara takılıp kalıyor.
Diğer ülkeler ve Amerikan arabulucularının, bilhassa OSCE tarafından görevlendirilmiş olanların, uluslararası ilkelere bağlı olarak ve uzlaşma realitesini güdecek şekilde, pratik, kalıcı ve adil çözümler geliştirme yolundaki faaliyetlerine büyük önem addediyoruz.

GÜVENLİK

Barış ve istikrar güvenliği teşvik eden politikaların mahsulüdür. 21. Yüzyılda kadim güvenlik kaygıları gün geçtikçe güncelliğini yitirmiş politikalar haline gelmektedir. Ancak bu bağlamda Karadeniz teröristler, silah ve insan kaçakçıları, uyuşturucu kaçakçıları ve diğer kaçakçılar için iştah açan bir hedef olarak görülmektedir. Diğer ülkelerin yanısıra başta Türkiye olmak üzere, Karadeniz ülkeleri bireysel ve ortak olarak kendilerinin ve bölgelerinin karasularını, limanlarını ve sınırlarının güvenliğini artırma ihtiyacına odaklanmaktadır.

Amerikan Hükümeti’nin Karadeniz güvenliğine yaklaşımı iki önemli gerçeği göz önüne almaktadır. Birincisi, ABD’nin Karadeniz’e kıyısı yoktur ve bu gerçek de ülkenin neler yapabileceğini ve bunları nasıl yapabileceğini birebir etkilemektedir. İkincisi, ABD Karadeniz’e kıyısı olan Türkiye’nin elli yılı aşkın süredir ve hemen hemen on yıldır da Romanya ve Bulgaristan’ın müttefikidir. Türkiye’nin NATO’ya katıldığı 1952 yılından itibaren ABD’nin Karadeniz’de varlığı söz konusudur. Amerikan perspektifine göre NATO şu an olduğu gibi gelecekte de, Karadeniz Coğrafyası’nı da içeren Avrupa-Atlantik Coğrafyası’nın temel ve üstün nitelikli güvenlik kaynağı olmaya devam edecektir. Daha şimdiden NATO, Karadeniz’e kıyısı olan NATO üyesi olmayan ülkelerle kurmuş olduğu diyalog mekanizmalarıyla bir rol oynamaktadır. Bu rol, NATO-Rusya Konseyi, NATO-Ukrayna Komisyonu, Barış Ortaklığı ve Gürcistan ile kurulması beklenen yoğunlaştırılmış diyalog vesilesiyle bölgedeki bütün ülkelerle olan irtibatı da içermektedir. Bölgeye doğrudan müdahaleden uzak olmakla birlikte, müttefikleri ve dost ülkelerle olan çalışmaları sayesinde ABD, bu ülkelerin rahat hareket ettiği çerçevelerde güvenlik ve işbirliğini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.]

Ortada yepyeni bir durum söz konusudur.Soğuk savaş dönemi güvenlik algılarını ve klasik NATOCU bakışı altüst eden bir yaklaşım söz konusu.Metindeki kibar diplomatik ifadeleri kaldırdığımızda ne demek istediği belli.ABD’nin yeni bin yılda kendine meydan okuyabilecek aktörleri sınırlandırmak için enerji arzını denetime alması gerekmektedir.Karadeniz-Hazar, Türkistan bu işin mihveridir.Çin güvenli bir enerji arzına ulaşamazsa küresel iddiası söner.AB ucuz enerjiye ulaşamazsa ABD’ye bağımlılığı süreklileşir.Bunun yolu da Karadeniz –Hazar alanını kontrol etmekten geçer.
[ABD’nin iç oğlanları boşuna efendinin arkasına saklanıp milli kurumlarına tekme atmıyor]
Türkiye burada akıllı seçenekleri olan Doğu Batı dengesini ve ulusal menfaatleriniz gözeten a,b, c seçenekleri olan bir politik strateji belirlemek durumundadır.Her zaman söylüyorum bu yeni stratejinin ana omurgasını operasyonel ve stratejik bilgi üreten bir Türkoloji oluşturmalıdır.Defaatle dile getirdim, Kazakistan dış politikası Türkoloji merkezli bir dış politika.Biz kültür diplomasisi yapamıyoruz.Çok sığ ve edilgen kurumsal yapı.Ankara İstanbul’da üç beş kişi, klik akademik bir araya gelip birbirini onaylıyorlar. TRT’de dış politika yorumlarını takip ediyoruz.İran konuşan uzmanların hiçbiri İran’ı görmemiş.Oğuz coğrafyasının dinamiklerini bilmiyor ama “dalında” uzman. Burası bizim yakın kara ve deniz havzamız.Ama tanımıyoruz.Bilgisine sahip değiliz.Kafamızı Ortadoğu’ya gömdüğümüz bu süreçte bu yeni perspektifi ıskalıyoruz.

Bu durum yeni bir güç, hegemonya, siyasi ve uluslararası ilişkiler kompozisyonu demektir. Bölgemiz bütün bu çerçevenin tam da orta noktasında bulunmaktadır. 

Ülkemizde meseleler günübirlik pratik sorunlar üzerinden konuşulmaktadır. Oysa ki büyük perspektifler ve planlamalar teorik bir bakış açısı içerisinden ortaya konulmak durumundadır.

Karadeniz bölgemiz özelinden bakınca; Ovit Tüneli, Tirebolu, Tüneli, Yağmurdere üzerinden Bayburt’a demiryolu tünel tartışmaları “bölgemizin ve ülkemizin en temel ihtiyacı olan liman demiryolu entegrasyonu ve en kestirme yoldan Avrasya demiryolu ağlarına bağlanma ihtiyacı”  gölgelenmektedir. Trabzon limanının demiryolu ile Gürcistan üzerinden Avrasya demiryollarına entegre olması demek. Ortadoğu-Afrika-İç Asya-Uzak Doğu hatlarının birbiri ile en avantajlı lojistik hattıdır.

Karadeniz’i havzası ile birlikte geniş manada düşündüğümüzde 500 milyonluk nüfusu, 1 trilyon doları aşan dış ticaret hacmi 20 milyon kilometrekarelik yüzölçümü, ayrıca dünyanın en büyük 2. enerji havzasının iletim ve işlenme hatları üzerinde olması özellikleri ile önemlidir. 

Konuyu daha iyi anlaşılır kılmak açısından Trabzon’dan bazı mesafeleri zikretmekte fayda var: Almaatı 3058 km, Bakü 1100 km., Tiflis 444 km., Bazargan 650 km., Tebriz 950 km,Tahran 1617 km,. Nahcivan 750 km., Diyarbakır 626 , Mardin, 721 kilometredir. Bölgenin Mersin Limanından sonra açılacağı 2. alternatif mekândır. 

Tebriz’le Trabzon’un mesafesi aşağı yukarı Trabzon’la Ankara mesafesindedir. Tebriz’in Bender Abbas Limanına uzaklığı 2000 km., dir.[Trabzon 700 km].Trabzon ise bölgenin lojistik kapısı olmaya adaydır. Bunun tahakkuku için bu hattı cazip kılacak teşvik ve önlemler [akaryakıt fon istisnası gibi] hemen alınmalıdır. Uzun vadede Tebriz-Erzurum-Trabzon hattı tarihte olduğu gibi bir ekonomik havzaya dönüşebilir. 

Türkiye, bugün, suyolu-demiryolu güzergâhlarından oluşan uluslararası ticaret koridorları ile baypas edilmiş durumdadır. Ülkemizin, uluslararası ticaretten pay alabilmesi için var olan limanlarımızın hızla modernize edilmesi ve bu limanlarımızın gerek ulusal ve gerekse uluslararası demiryolları ile entegre edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda, Doğu Karadeniz Limanları öncelikli projeler arasında olmak zorundadır. Özellikle, Baltık Denizi-Ren-Tuna-Karadeniz Suyolu Güzergâhı eskiden olduğu gibi bugün de çok önemli bir güzergâh olup bu güzergâhın en doğu ucunda Doğu Karadeniz Limanları bulunmaktadır. 

Bu limanlardan Asya Demiryolu ağına bağlı bulunan limanların çok büyük bir avantaja sahip olduğu apaçık görülmektedir. Asya’yı Ortadoğu’ya Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunu GAP hinterlandını en kestirme yoldan Asya pazarına en yakın ve optimum olarak bağlama avantajına sahiptir. Bu aynı zamana Türkiye’nin Türk dünyası ve akraba topluluklar ile Pazar anlamında bütünleşmesini entegrasyonunu beraberinde getirecektir. Bu eksen dünyanın en önemli lojistik eksenlerinden biri olmaya adaydır. Karadeniz Rus limanlarına çıkıldığında kanallar sistemi ile kuzey denizine hazara, demiryolları ile bütün Asya’ya açılmak mümkündür. Mersin Şanghay mesafesi 14.000 km. olduğu hesaplanırsa bahsettiğimiz güzergâhın avantajı kendiliğinden ortaya çıkar.

Lojistik üs olabilmek için yüke ve taşınacak mala ihtiyacımız vardır. Bu entergrasyonu tamamlamadan lojistik üs planlaması “bir nal buldum, üç nal bir at daha bulursak” atımız olacak gibi bir temenniye kalır. 

Türkiye ve Doğu Karadeniz siyasileri, bürokratları 1880’den beri Trabzon limanının öneminin azalmasının nedenlerinin hala idrak edememiş gözükmektedir.. 1880’lerde Çarlık, Poti limanını demiryolu ile entegre ederek avantajlı konuma geçirmiştir. Trabzon ve Doğu Karadeniz limanlarının önemi bu tarihten itibaren azalmıştır. Bugün Poti limanında gemiler günlerce sıra beklemektedir. Türk müteşebbisi bu havzadaki özelleştirmelere yönlendirilmelidir.

Trabzon Bakü mesafesi İstanbul’la aynıdır. 4 saatlik hızla trenle Bakü Karadeniz’e bağlandığında Hazar bağlantılı olarak Kazak, Türkmenistan Türkiye ulaşımı 1-2 güne düşer. Bölge ülkeleri limana çıkış imkanı bulurlar. Hatta bölge limanlarından biri bu amaçla Türk Konseyi Türk İşbirliği perspektifi çerçevesinde tahsis edilebilir. Bir adım sonrası Çin’in bu sisteme entegre olmasını sağlar. Trabzon, Rize, Hopa limanının Hazar havzasıyla ilişkisi sağlanmış olur. Trabzon limanının Doğu Anadolu ve Gap bölgesi ile demiryolu bağlantısı İpek yolu güzergâhından Gümüşhane-Erzurum hattından gitmek durumundadır. Bunu 150 yıl önce Osmanlı Devletinin yaptırdığı bir etütte mühendis Pastırmacıyan detaylı bir şekilde ortaya koymuştur.150 yıl sonraki kavrayış ve değerlendirmeler o noktanın gerisine düşmemesi gerekir. Konuşulması gereken gerçek gündem budur. Bölge kamuoyunun ve yöneticilerimizin ısrarla ve öncelikle takip etmesi gereken mesele Trabzon-Batum demiryolu meselesidir. Bu ödev aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal’in deha derecesindeki öngörüsüyle bizlere vasiyetidir. 

Espriyle söyleyelim: “Sovyetler Birliği T şeklinde masa etrafında yapılan sonu gelmez toplantılardan battı. Konuyu bilmeyen insanların bir araya gelip “küçük toplantılarda”,döne döne aynı meseleyi konuşup 2012 yılında “liman önemlidir, demiryolu önemlidir” gibi muazzam sonuçlara varması ülkemiz açısından hüzün vericidir.” 

GÜNCEL DURUM

 “Rusya'nın Soçi kentinde düzenlenecek Kış Olimpiyatları'nda terör saldırısından endişe eden ABD, Karadeniz'e savaş gemisi gönderiyor.”

Karadeniz'e kıyısı bulunan Soçi'de düzenlenecek Kış Olimpiyatları'nda terör saldırı olacağından endişe eden ABD, Rusya'ya güvenliği birlikte sağlayalım teklifinde bulundu. Moskova, ABD'nin teklifini geri çevirdi.

Buna rağmen ABD, olası terör saldırılarına daha hızlı müdahale etmek için Karadeniz'e iki savaş gemisi göndereceğini açıkladı.

TAM DESTEK

ABD Savunma Bakanlığı, Soçi Kış Olimpiyatları için güvenlik hazırlıklarında Rus hükümetine tam destek önerdi.

Yazılı açıklama yapan Pentagon sözcüsü John Kirby, Karadeniz'de iki gemi dahil olmak üzere hava ve deniz unsurlarının, Soçi Kış Olimpiyatları sırasında ihtiyaç duyulması halinde Rusya'ya destek için kullanıma sunulacağını söyledi.

YAZILI AÇIKLAMA YAPTI

Pentagon sözcüsü John Kirby yazılı açıklamasında şunları dile getirdi:

"ABD, Kış Olimpiyatları için güvenlik hazırlıkları yürüten Rus hükümetine tam destek önerdi. Bu maksatla, bölgedeki ABD komutanları, destek talep edilmesi halinde tedbiren planlama ve hazırlıklar yürütüyor. Karadeniz'de iki donanma gemisi dahil olmak üzere hava ve deniz unsurları, her türlü ihtimale karşılık talep gelmesi halinde, Rus hükümetine destek için ve Rus hükümetiyle istişare ederek kullanıma sunulacak."
Ros Wilson raporu için TIKLAYINIZ 
Ardından amiral gemisi Hürriyet Moskova mahreçli haber yorumla bombayı patlattı. Türk denilince irkilen bu zevat, bir basın mensubunun Cengiz Akyıldız’ın terör odaklarınca şehid edilmesini görmezden gelen Van’dan Edirne’ye kadar Türkiye’nin bütün demokratik partilerine ve siyasilerine saldıran terör örgütünü “karşıt görüş!” diye bir anlamda vikaye eden bu zımni mutabakat birdenbire  Türkçü New Ottoman oldular, sanırım proce Suriye’de yatınca herhalde Kırıma yönlendiler. “Kiss me baby, lets go the garden” naifliğinde Türkçe basınının önemli bir kısmı demokrasiyi Türklere reva görmezler, duyguları karışıktır. Yoruma bakalım. Ukrayna’da patlak veren siyasi kriz her geçen gün bir iç savaşa sürüklenildiği işaretleri verirken, ülkenin gerçekten parçalanması durumunda Türkiye’nin de Kırım Yarımadası üzerinde hak iddia edebileceği iddiaları gündeme geldi.

Kırım'daki Rusya yanlısı yönetim, Kiev’deki son gelişmeler ışığında bir aydan beri “Batılılar başkent Kiev’i ele geçirirse biz ayrılırız” demekte.

Kırım yönetimi 'ayrılırız' diyor ama 230 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması, Yarımada'nın öyle istediği gibi başına buyruk hareket edemeyeceğine hükmediyor. Hala geçerliliğini koruyan ve Rus Çariçesi 2. Yekaterina’nın 19 Nisan 1783 yılında imzaladığı anlaşma uyarınca Kırım Yarımadası Osmanlı himayesinden alınarak Rusya’ya devredilmişti. Ancak anlaşmanın en önemli maddelerinden biri Yarımada'nın bağımsızlık ilan edemeyeceğini ve üçüncü tarafa teslim edilemeyeceğini öngörüyordu. Böyle bir adımın atılması halinde Kırım'ın otomatik olarak Türkiye himayesine geri dönmesi gerekiyordu.

1991 yılında SSCB parçalanarak onun yerine bağımsız Ukrayna devleti ortaya çıktığında, Türkiye Küçük Kaynarca Anlaşması'nı gerekçe göstererek Yarımada'yı geri isteme hakkını elde ediyordu. Ancak Turgut Özal yönetimi döneminde Türkiye’nin kuzeyinde yaşanan jeopolitik değişim ve genel dünya konjönktürü göz önüne alınarak Ankara tarafından bu seçenek gündeme getirilmedi. Türkiye sadece Kırım Yarımadası'nda yaşayan Tatar azınlığın haklarının verilmesini savunmakla yetinmişti.

Son 23 yılda köprünün altından epeyce sular aktı. Günümüzde Kırım Yarımadası Ukrayna’dan ayrılarak tekrar Rusya’ya bağlanmak istediği süreçte ilk önce Kiev’den bağımsızlığını ilan etmesi gerekir. Tam da bu noktada uluslararası hukukun tüm kurallarına göre Türkiye ortaya çıkarak “Kırım Yarımadası yönetimini kontrolüme geri alıyordum” diyebilir.

TAMAMEN GOYGOY TAMAMEN YÖNLENDİRME

Bu konuda Türkiye’de dünya çapında bilim insanları Kırım kökenli Ortaylı, İnalcık, Hakan Kırımlı hocalarımız var.

Türkiye’nin medya düzeni böyle işliyor.Kitap okumayan, araştırmayan donanımsız okumaz yazar! İnsanlar kamuoyunu bilgilendiriyor.Haberin kaynağını bir link atarak vermiyorlar uyanıklar ya kimse bulamayacak:
Bizim medyanın birbirinden apardığı haberin aslı şu:

Sergey Aprelev kısaca şöyle diyor:

Kırım'ın Rusya'ya dönmesi ihtimali yok. Bu, sadece bir mittir. 1954 yılında SSCB Genel Sekreteri Kırım'ı Ukrayna'ya kattıktan sonra Kırım iddiasında ilk bulunan Türkiye olmuştur. Fakat bu iş laf olmaktan öteye geçmedi. 10 Temmuz 1774 yılında Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması'na göre, Kırım Hanlığının Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsız olacağı ve yalnız dinî işlerinde sultana bağımlı kalacağı ilan edildi. Bu antlaşma Kırım'ın Rusya'ya katılması sürecini başlattı. 1783 yılında Rus kraliçesi II. Katerina Kırım'ı Kendi İmparatorluğuna kattı. Anlaşma ‘ya göre Rusya Kırım'ı üçüncü bir tarafa veremez. CCSB Rusya İmparatorluğu'nun halefi sayılır, fakat şimdiki bağımsız Ukrayna halefi sayılmaz. Ukrayna Rusya'dan başka bir ülke olarak "üçüncü taraf" sayılabilir. Kırım'ın Rusya'ya geri dönmesi Antlaşma'nın bu maddesi üzerine dayandırılıyor. İşte yazar bunu anlatıyor. Yine de Kırım'ın Rusya'ya katılacağına inanmadığını söylüyor. [TIKLAYINIZ]

Olay şudur.Rusya’nın en önemli askeri üsleri Karadeniz donanmasının belkemiği Sivastopolda’dır.Bu NATO,AB bir kolpa yapar Ukrayna’yı koparırlarsa bu tezi gündeme getireceğim diyor.Rusya için bu hayati bir şeydir.Kırım’ın statüsünü sağduyu ile takip etmek başka şeydir…Böyle yeldirerek Hürriyet gibi Kırım isterseniz, duygularınız altüst olur.

Kimse kendi ülkesine iç kamuoyuna böyle küçük numaralarla, yanlış yorumlarla yönlendirmesin vebali büyük.Bir de artık plaza medyasını donanımı bu işleri tefekkür edip değerlendirecek düzeyde değil.Le Monde gibi büyük basın mecralarına editörlük, saha muhabirliği, danışmanlık bunlar ciddi işlerdir. Milletin sırtından trilyonlar kazanıp böyle abuk sabuk yorumları gündeme getirmeyiniz lütfen.

Bu görüşün ciddiye alınır bir tarafı yok.

Ezcümle Karadeniz-Hazar ve Orta Asya ekseni dünyanın yeni rekabet alanı.Bu sahayı en ince ayrıntısına kadar etüt etmede geç kaldık.Yabancılar , araştırma grupları bu konularda çok ciddi çalışmalar yapıyorlar.

Biz soğuk savaşı Sovyet uzmanı olmadan atlatmış bir milletiz, Allah kerim.

Plaza medyasında köşeci ağbiler yazıyor, akşam da küçük kartonlar ellerinde sunucu kızlar soruyor, “profesyonel görüş açıklamacı ağbiler” bilgilendiriyor nemize yetmiyor.Paralel evrende yaşıyormuşuz hazzı uyanıyor fena mı?

Bir an önce bir Karadeniz Havzası politikasına ihtiyacımız vardır.Mevcut bu işlere bakan kurumlar ve o birikimle bırakın Karadeniz’i hamsi takası bile idare edilmez.Bu Türkiye ve Türk dünyası için yepyeni bir ufuktur.Kazakistan’ın dünyaya açılma stratejisinde Karadeniz vardır.Hazar havzası Karadeniz üzerinde dünya limana entegre olmalıdır.Lütfen bir an için şu içeriksiz “zihni sinir procelerinizi” bir kenara bırakın ve ehlini dinleyin.

Prof. Dr. Kemal Üçüncü

  
2172 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın